Ölümlü Trafik Kazası Tazminat Danışmanlığı : Trafik kazalarından doğan maddi tazminat talepleri kaza tarihinden itibaren iki yıl ve , kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.
Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.
Buna göre zamanaşımı süresi ölüm halinde 15 yıl olarak uygulanacaktır. Tek taraflı kazalarda sürünün ölmesi halinde, ceza zamanaşımı uygulanamayacağı için destekten yoksun kalma tazminatı talep etme süresi 2 yıldır.
Bir örnek vermek gerekir ise, düzenleme öncesinde kırmızı ışık ihlali yaparak kazaya sebebiyet veren bir sürücünün üçüncü kişi yada kişilere verdiği cismani zarara yönelik tazminat talepleri sigortacı tarafından poliçe teminat limitleri dahilinde ödenmekte ve ödenen tazminat tutarı ile ilgili olarak sigortacının rücu hakkının bulunmadığı kabul edilmekte idi. Düzenleme sonrasında ise sigortacı, ağır kusurlu eylemi ile zarara sebebiyet veren sürücüye ödenen tazminat nispetinde rücu edebilecektir.
(Ölümlü Trafik Kazası Tazminat) Aracın trafik sigortasının olmaması veya kazaya sebebiyet veren aracın tespit edilmemesi halinde tazminat Güvence Hesabından tahsil edilmektedir.
Buna göre zamanaşımı süresi ölüm halinde 15 yıl olarak uygulanacaktır. Tek taraflı kazalarda sürünün ölmesi halinde, ceza zamanaşımı uygulanamayacağı için destekten yoksun kalma tazminatı talep etme süresi 2 yıldır.
Zarar Görenlerin Haklarının Saklı Tutulması Ve Sigortacının Sigortalıya Rücu Hakkı” başlıklı b.4. maddesinin (b) bendinde ise, tazminatı gerektiren olayın, trafik kurallarının ağır kusur ile ihlali sonucunda meydana gelmesi halinde de sigortacının sigortalıya rücu hakkının olduğu kabul edilmiştir. YHGK kararı sonrasında oluşan bu uygulama, sigorta şirketlerinin sızlanmalarına yol açmış idi. Zira sigorta şirketleri önceden öngörmedikleri ve fakat yargı kararları ile oluşan bu durumun ciddi ek maliyet getirdiği savunmuşlar idi. Sigorta şirketlerinden gelen yoğun talepler sonucunda 2918 sayılı kanunun 92/1. maddesine eklenen (i) bendi uyarınca genel şartların A.6. maddesinin (d) bendi uygulama alanı bulmuş; bu bağlamda tam kusurlu eylemi ile gerçekleşen kaza sonrasında vefat eden sürücü veya işletenin yakınlarının zorunlu mali mesuliyet sigorta şirketinden destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilmelerinin önü kapatılmış oldu.
Daha fazla bilgi almak için lütfen 0507 466 30 63 nolu numaradan aramak veya GERİ ARA İSTEĞİ göndermektir.
Hukukçularımız sizinle en kısa sürede irtibata geçecektir.
İNSAN ZARARLARI VE TAZMİNAT ÖLÇÜSÜ
1- Geçmişten bugüne can zararları
Yukarda kısaca belirttiğimiz gibi, tazminat ödenmesini gerektiren “zarar” kavramı konusunda ne yazık ki, öğretide mal ve can zararı ayrımı yapılmamış; zararın, genel olarak “malvarlığında eksilme, malvarlığının aktifinin azalması, pasifinin artması, kazanç kaybına uğranılması” biçiminde tanımlanmasından öteye geçilememiştir. Bu, son derece katı, maddeci insanın değerini ve yaşama hakkını gözardı eden, insanı bir mal gibi, eski çağlarda pazarda satılan bir köle ya da rant sağlayan bir makine gibi gören, her şeyi para ile ölçen anamalcı (kapitalist) bir anlayıştır.
Bu anlayıştakilere göre, “zarar”dan anlaşılması gereken eksilen beden veya yitirilen can değildir; canların ve bedenlerin ekonomik verimliliklerinin ortadan kalkması veya azalmasıdır; kazanç sağlama olanaklarının tükenmesi veya eksilmesidir. Bunlar yıllarca, haksız eylem sonucu öldürülen/ ölümüne neden olunan kişilerin yakınlarının isteyebilecekleri tazminatın, yiten canın bedeli değil, ölen kişinin “parasal” desteğinin ortadan kalkması yüzünden uğranılan maddi zararın karşılığı olduğunu; eğer ölenin sağlığında “bakım gücü” yoksa, bir işi, kazancı, parasal olanakları bulunmuyorsa, yakınlar için maddi tazminatın söz konusu olamayacağını; bunun gibi, yakınların ölenin destekliğine gereksinimleri bulunmadığı sonucuna varılmışsa, varlıklı kişilerse, ölenden, hatta üçüncü kişilerden bir miras kalmışsa, kendileri çalışıp kazanç elde ediyorlarsa, gene tazminat isteyemeyeceklerini; destek tazminatı diye adlandırılan bu tazminat türünün iki koşulundan birincisinin “ölenin bakım gücü”, ikincisinin yakınların “bakım ihtiyacı” olması gerektiğini; ödenecek tazminatın konusunun “malvarlığındaki eksilmenin ve yaşam düzeyindeki parasal düşüşün ortaya çıkardığı maddi zararın” giderilmesi olduğunu savunmuşlardır. Onlar için, hiçbir zaman yitirilen can veya eksilen, sakat bırakılan beden başlıbaşına bir tazminat isteğinin haklı nedeni olmamıştır.
Uzun yıllar boyunca yargıdaki uygulamalarda insana verilen zararlar, öğretiden gelen ve yukarda açıklanan etkilerle “can” zararı olarak değil “mal” zararı olarak değerlendirilmiş; haksız eylemden zarar gören kişilerin açtıkları davalarda tazminatın ölçüsü “malvarlığı eksilmesi” veya “kazanç kaybı” olmuş; yiten can veya eksilen sakat kalan beden, olay öncesinde eğer çalışıp kazanç elde etmiyorsa, parasal bir değer üretmiyorsa ya da ilerde çalışıp para kazanma olasılığı yoksa, maddi tazminat söz konusu olamayacağı türünden zarar sorumlularını tazminat ödemekten kurtaran sonuçlar yaratılmış; öte yandan her kişinin kazanç düzeyine göre tazminat tutarları farklı olmuş; kazancı yüksek olan fazla, kazancı düşük olan az tazminat almıştır.
Maddi tazminatı “malvarlığı eksilmesi” ya da “kazanç kaybı” koşuluna bağlayan, bir işi ve kazancı olmayanlar, geliri ve parasal gücü bulunmayanlar yönünden “maddi zararı” kabul etmeyen anlayışın yarattığı adaletsizlik, geniş anlamda zarar tanımı içerisinde yer alan “kişi varlığı haklarında eksilme” kavramına dayandırılarak “manevi tazminat” ile giderilmek istenmiş ise de, uygulamada mahkemeler manevi tazminata karar vermeden önce “tarafların sosyal ve ekonomik düzeylerini” hiç de sağlıklı olmayan bir biçimde araştırdıktan sonra, manevi tazminatın miktarını belirlerken kişilerin malvarlığını, parasal gücünü, kazanç düzeyini gözönünde tuttuklarından, burada da etkin ölçü “can bedeli” değil, “malvarlığı değeri” olmuştur.